Dr. Burak ÇAKIRCA
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bir gece ansızın gelebiliriz” sözüyle bir
süredir beklenen Fırat’ın doğusuna yönelik askeri harekât 9 Ekim’de başladı ve
bu yazının kaleme alındığı saatlerde Tel Abyad ve Rasulayn ilçe merkezleri ile
56 köy terör unsurlarından arındırıldı. Türkiye’nin 24 Ağustos 2016’da
gerçekleştirdiği “Fırat Kalkanı Harekâtı” ve 20 Ocak 2018’de başlattığı “Zeytin
Dalı Harekâtı’nın” tamamlayıcısı olarak görülebilecek operasyona “Barış Pınarı
Harekâtı” adı verildi. Suriye’nin yaşamış olduğu iç savaş ve sonrasında ortaya
çıkan güvenlik boşluklarının yanında, müttefik ya da stratejik ortak olarak
nitelenen unsurların bölgede terör örgütlerine sağlamış oldukları destek, Türkiye’nin
bu operasyonu yapmasını zorunlu kılmıştır. Verilen sözlerin tutulmamasına
“artık söz bitti diyerek” tepki gösteren Erdoğan’ın bu açıklamalarından hemen
sonra harekâtın başlaması, Türkiye’nin hissettiği güvenlik tehditlerini
bertaraf etme hususunda kapasitesine de bir vurguyu işaret etmektedir. Esas
itibarla harekâtın ana hedefi, aslında Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarından
farksız biçimde güvenli bir bölge oluşturmaktır. Güvenli Bölge fikri daha önce
de Obama ve Trump’a sunulmuş olsa da herhangi bir sonuç elde edilememiştir.
Zeytin Dalı Harekât’ından sonra
PKK/YPG yapılanmasının tasfiyesi için ABD ile müzakereler yürüten Türkiye, ABD
ile Membiç yol haritası üzerinden anlaşmaya varmış ancak ABD’nin isteksiz ve
oyalayıcı tavrı bir sonuç alınamamasına yol açmıştır. DEAŞ terör örgütüyle
mücadele stratejisinin PKK/PYD üzerinden kurgulanmasıyla, PYD/YPG’nin Suriye’de
fiili olarak bir alanı kontrol etmesi ve bu bölgedeki petrol kaynaklarını
kullanarak finans sağlaması Türkiye açısından meseleyi ciddi güvenlik tehdidine
dönüştürmüştür. Bunun yanında ABD’nin açıkça YPG/PYD unsurlarına sağlamış
olduğu ağır silah desteği de Türkiye açısından kabul edilemez bulunmuştur.
DEAŞ, YPG/PYD ve PKK gibi Suriye’de konuşlanan terör örgütleriyle mücadele
konusunda Türkiye’nin Rusya, İran ve ABD gibi aktörler nezdinde sunmuş olduğu
çözüm önerileri ve diplomatik temasların sonuçsuz kalması ve bu aktörlerin
terör örgütleri ve mülteci meselesine yaklaşımları Türkiye’nin endişelerini
gidermekten uzak bir görüntü sergilemiştir. Bu sebeplerle Türkiye tek taraflı
biçimde güvenli bölge oluşturmak durumunda kalmıştır.
Öncelikle “Barış Pınarı Harekâtı’nın” amaçlarının ne olduğuna bakacak
olursak, ilk olarak 80’li yıllardan itibaren Türkiye’nin temel önceliği haline
gelen terör unsurlarının etkisiz hale getirilmesi isteğiyle karşılaşırız.
Türkiye’nin milli güvenliğine tehdit teşkil eden PKK/PYD-YPG ve DEAŞ terör
örgütlerinin sınırlardan olabildiğince uzaklaştırılması ve Türkiye’nin olası
terör saldırılarına karşı bir güvenli koridor oluşturulması hedeflenmektedir.
Bunun paralelinde ikinci amaç, terör unsurlarından temizlenmesinden sonra
güvenli bölgenin oluşturulmasıyla birlikte Türkiye’de bulunan Suriyeli
sığınmacıların geri dönüşünü sağlamaktır. Suriyeli mültecilerin ülkelerine güvenli
bir şekilde geri dönmesi ve insani bir hayat sürebilmeleri için gerekli inşa
faaliyetlerin yapılması da planlar arasındadır. Türkiye’nin operasyonla
sağlamaya çalıştığı üçüncü hedef, terör unsurlarının mühimmat ve lojistik
kanallarının kesilmesidir. Operasyonun coğrafi kapsamı Ayn el-Arap’tan Irak
sınırına kadar 410 kilometrelik bir genişlikte, M4 karayolunu da kapsayacak
biçimde 30-32 kilometrelik bir genişliği ifade etmektedir. Özellikle M4
karayolu YPG/PYD terör unsurlarına askeri mühimmat ve teçhizatların aktarımı
konusunda kritik bir işleve sahip olmuştur. M4 karayolunun kısmi kontrolünü de
amaçlayan bu operasyonla, terör örgütlerine sağlanan maddi desteğin
engellenmesi ve böylelikle terör unsurlarının zayıflatılması hedeflenmektedir.
Türkiye’nin operasyonla gerçekleştirmek istediği son hedefi ise, bir önceki
amaçla doğrudan bağlantılıdır. YPG/PYD ve çatı örgütü olarak SDG’nin kendisine
başta ABD olmak üzere diğer ülkelerin sağlamış oldukları desteklerle Suriye’nin
kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı özerk bölge, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve
bölgenin demografik yapısına bir tehdit olarak görülmektedir. Bu bağlamda
Türkiye, terör örgütünün ulaşım kanallarını engelleyerek bölgenin nüfus
yapısının değişmemesi ve Suriye’nin bütünlüğünün bozulmamasını da hedeflemekte,
operasyonla birlikte bu duruma katkı sağlama hedefindedir.
Tel Abyad’dan Rasulayn’a kadar 120 kilometrelik bir genişlikte ve 30-32
kilometrelik bir derinlikte yürütülmesi planlanan operasyon, şimdilik hava
bombardımanları ve ardından obüs tanklarının atışlarıyla alan açma stratejisi
üzerinden ilerlemektedir. Söz konusu müdahaleden sonra kara birlikleri
bombalanan alanlara girerek süpürme faaliyetleriyle bölgeyi terör unsurlarından
arındırma amacındadır. Tıpkı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtı’nda olduğu
gibi kara birliklerine Suriye Milli Ordusu ya da Özgür Suriye Ordusu
mensuplarının katıldığı görülmektedir. Yine Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önceki harekâtlardan
elde ettiği tecrübeler ve meskûn mahal deneyimleri bu operasyonda da sürecin
devamı ve gelişimi açısından önemli bir işleve sahiptir.
“Barış Pınarı Harekâtı’nın” her ne kadar Türkiye açısından süreç içinde
ne derecede öncelikli ve gerekli bir duruma işaret ettiğini söylesek de,
bölgede özellikle YPG/PYD’ye sağlamış olduğu mühimmat ve eğitim desteği malum
olan ABD’nin operasyona mecbur bırakılmış olması da büyük önem taşımaktadır.
ABD Başkanı Trump’ın pazar akşamı Erdoğan ile yaptığı görüşmeden sonra
Türkiye’nin gerçekleştireceği operasyona karşı destekler çekimser tavrı,
operasyonun başlamasında kritik bir yer işgal etmektedir. Söz konusu durum
aslında Trump’ın operasyonun başlamasından sonra paylaştığı tweetler kanalıyla
sergilemiş olduğu dengesiz açıklamalarında görülmektedir. Trump mealen, ABD’nin
olmaması gerektiği kadar bataklığa saplandığını ve buradan çıkmanın zamanın
geçtiğini ifade etmiş, Obama döneminde Türkiye’nin düşmanı olan PKK ile
anlaşmalar yapıldığı ve Türkiye’nin cari olarak hissettiği güvenlik
endişelerinin haklı gerekçelere sahip olduğunu belirtmiştir. Bunun yanında
operasyonun başlamasından sonra, gerek uluslararası gerekse de iç siyasette
yaşanan baskılardan dolayı Türkiye’ye dair özellikle ekonomik temelde tehditler
içeren bir dile de sahip olmuştur. Genel olarak Trump’ın Türkiye’nin Barış
Pınarı Harekâtı’na karşı olmadığı ve operasyona kerhen de olsa destek verdiği
düşünülmektedir. Özellikle 2020’de yapılacak başkanlık seçimleri için ABD
askerlerini eve getirme sözü desteğin temelini oluşturmaktadır. Bununla
birlikte özellikle yürütülen azil soruşturması ekseninde iç politikada
kendisine yönelik olarak muhalefetin “Kürtlerin” yalnız bırakıldığına dair
çıkışları Trump’ın böyle ikircikli davranmasına yol açmaktadır. Burası
operasyonun süresi konusunda Türkiye’nin elini zorlayan bir yön olabilir. Zira
Trump’ın baskılara ne kadar dayanabileceği bir belirsizlik halini oluşturmakta
ve bu da Türkiye’nin yürüttüğü operasyonda elinin zamansal anlamda çok da geniş
olmadığına işaret etmektedir.
İlk olarak Perşembe günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yapılan
toplantı da Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyonla ilgili kınama konusu
gündeme gelmiş ve Konseyin ortak bir açıklama ile operasyonu kınaması
konuşulmuşken; Rusya ve ABD bu teklife onay vermemiştir. Ardından ABD’nin 12
Ekim’de harekatın durdurulmasına yönelik teklif Rusya ve Çin’in oylarıyla
reddedilmiştir. Karşılaşacağı uluslararası baskıların doyum noktasına
ulaşabileceğini göz önüne alarak Türkiye’nin olabildiğince hızlı sonuç alma
çabası içinde olması bir gerekliliktir.
Peki Türkiye’nin operasyon sırasında ve sonrasında öncelik vermesi,
dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir?
İlk olarak Türkiye, kendisine yönelik olarak uluslararası baskıları
engellemek için operasyonun gerekçesini ve kapsamını usanmadan anlatmak
zorunda. Burada yıllardır anlatılamayan bir gerçekliğin bu operasyonla
anlatılmasını beklemek, kelimenin gerçek manasıyla anlaşılmasını beklemek bir
ironiyi barındırabilir. Ancak burada Türkiye’nin özellikle sivil kayıplar
konusunda olabildiğince hassas davranması ve kendisine dair var olan ve
gerçekle bağdaşmayan algıyı körükleyebilecek durumların oluşması ihtimaline bile
azami dikkat ve gayret göstermesi gerekmektedir. Belki de hepsinden önemlisi ve
operasyonun başarıya ulaşmış sayılması güvenli bölgenin oluşturulmasından sonra
oluşturulacak siyaset anlayışının doğru ve kusursuz işlemesiyle ilintilidir.
Güvenli bölgenin oluşturulmasından sonra bölgeye yerleştirilen Suriyeli
mültecilerin emniyetlerinin sağlanması büyük önem arz etmektedir. Bunun yanında
özellikle Trump tarafından dillendirilen DEAŞ’li teröristlerin tekrardan
görünürlük kazanmalarının önüne geçilmesi de operasyonun başarılı olabilmesinin
gereklerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eklenme tarihi: 16 / 10 / 2019
Haber Okunma: 878